GEÇMİŞİ YENİDEN ANLAMLANDIRMAK

GEÇMİŞİ YENİDEN ANLAMLANDIRMAK
magazine.wfu.edu

Geçmiş nesnel değildir. Geçmiş, yeni deneyimler ve yeni bakış açılarının ışığında sürekli değişir. Bireysel olarak hafızalarımız da bu şekilde çalışır. Geçmiş ve geçmişi nasıl gördüğümüz, geçmişin kendisinden ziyade şu anda bulunduğumuz durumun bir yansımasıdır. Hafızamızı, anılarımızı aslında şu anki kafa yapımıza göre yeniden oluştururuz.

Bunu toplumsal olaylarda da görürüz. Günümüzde yaşanan olaylar, farkındalığımızın artması ve günümüzde yaşanan olayları nasıl değerlendirdiğimiz, geçmişe dair düşüncelerimizi değiştirir. Eskiden sorun olarak değerlendirdiğimiz şeyleri artık o şekilde değerlendirmeyebiliriz (ya da tam tersi). Örneğin ABD’de 1956 yılına kadar toplu taşımada siyahiler yalnızca boş olduğu takdirde otobüsün arka koltuklarına oturabiliyorlardı ve beyaz bir vatandaş otobüse bindiğinde ona yer vermek zorundalardı. 1956 sonrasında bu ayrımın kalkmasıyla ve siyahilerin topluma daha çok entegre olmasıyla, örneğin 1980 yılında, o günleri yaşamış olan ve bunu o günlerde normal gören beyaz bir Amerikalı “Ne kadar kötü bir şey yapmışız.” diye düşünebilir ve hikâyesini yeniden anlamlandırmış olur.

Bireylerin geçmiş deneyimlerini yorumlaması ve onlar üzerine kendine ait çıkarımlarda bulunması, insanlarda yaygın bir davranıştır. Bireyler sık sık kim olduklarını anlamak için geçmiş deneyimlerinin anlatılarını kullanırlar ama aslında geçmişimiz şu anda olduğumuz kişi olmamızın “sebebi” değildir. Biz zaten şu anda olduğumuz kişiyiz. Ancak geçmişimizi şu anda bulunduğumuz noktaya göre yeniden yorumluyoruz. Hayatımızın hikâyesi sabit bir hikâye değildir, sürekli revize ederiz.

illustration by Giuseppe Di Lernia

Geçmiş olayları aktarma ve geçmişten bahsetme davranışları, hikâye oluşturma ve anlatı kimliği için son derece önemli yollardır. Anlatılar, bireyin eşsiz yönünü gösterir. Çünkü hiç kimse başkasının deneyimini o bireyin kendisi gibi anlatamaz. Kimliğimiz, kendimizi nasıl gördüğümüze ve hayatımız hakkında anlattığımız hikâyeye dayanır.  Anlatı kimliği bir anlamda geçmiş, şimdi ve geleceği birbirine bağlayarak tutarlı bir kimlik oluşturmamızı sağlar.  

İlginç bir şekilde insanlar zamanla olgunlaşıp değişse de bizi hiç bırakmayan bazı deneyimler vardır. Mesela travmalar. Travmanın kritik yönü; bu tarz anıların genelde hikâyemizin kalanından kopuk, ayrı kalmasıdır. Yani yeni deneyimler edindiğimizde, bunları sürekli gelişmekte olan anılarımız ve dünya görüşümüzden oluşan mozaiğe dâhil ederek ilerleriz. Ama bazı deneyimleri hayatımız boyunca diğer deneyimlerden ayrı bir yere koyarız ve bu anılar biz geliştikçe ve evrildikçe ilerlemez, sabit kalır. Bunun bir sonucu olarak hikâyemizin veya kimliğimizin bazı yönleri değişmez. Başka bir ifadeyle, artık şu anda olduğumuz kişiyi ya da yaşadığımız hayatı yansıtmayan geçmiş deneyimler tarafından tanımlanmaya devam ederiz.

Geçmiş ya da şimdiki zamandaki bir deneyimi nasıl görürseniz görün, bakış açınızın objektif olmadığını fark etmek çok önemlidir. Bakış açınız, deneyiminize verdiğiniz anlamdır. Bu da temelde o deneyim sürecinde ne hissedildiğine dayanır. Birey olarak duygusal yönden olgunlaşmak, geçmişle yüzleşmeyi gerektirir. Bu da büyük cesaret isteyen bir şeydir. Bunu başarabilirsek, geçmişten kaçınmaktansa geçmişe merakla yaklaşırız. Duygusal açıdan esnek hâle geliriz. Yeni fikirlere ve bakış açılarına açık oluruz.

Sonuç olarak; geçmişimizin öyküsünü yeniden yazabiliriz, anlamlarını değiştirebiliriz. Bu anlamda hikâyemiz ve geçmişe dair görüşlerimiz bizim sorumluluğumuzdur. Hayatımızda yer alan ya da yer almış karakterleri idealize etme ya da değerini düşürme gücüne sahibiz. Geçmişimizi mutlu ya da mutsuz resmedebileceğimizi fark etmeliyiz. Az önce de dediğim gibi, burada sorumluluk bize ait.

Kaynak:

1- The Past Isn’t Objective: Your “Story” Is Your Responsibility: https://www.psychologytoday.com/us/blog/quantum-leaps/202006/the-past-isnt-objective-your-story-is-your-responsibility

2- Ergün, N . (2020). Kimlik Gelişimi: Anlatı Kimliği ve Kuşaklararası Anlatı Kimliği. Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar , 12 (4) , 455-475