Tuğba Muñoz Benitez eşliğinde: Koronavirüs psikolojimizi nasıl etkiledi?

Tuğba Muñoz Benitez eşliğinde: Koronavirüs psikolojimizi nasıl etkiledi?

tugbamunozbenitez.com sayfasının blog yöneticisi Tuğba Muñoz Benitez’le beraber Koronavirüsün psikolojik etkileriyle ilgili bir röportaj gerçekleştirdik. O sordu, ben cevapladım:) İyi okumalar.

Tam 10 haftadır yaşadığımız bu zor durumu uzman gözüyle değerlendirmek isterseniz sizce koronavirüs psikolojimizi nasıl etkiledi?

İnsanoğlu olarak temel ihtiyaçlarımızdan biri de güvenlik ihtiyacı. Şu anda güvenlik duygumuz zedelenmiş durumda. Çünkü kendi sağlığımız ve sevdiklerimizin sağlığı tehlikede, ekonomik kaygılarımız var, geleceğe dair daha karamsarız. Bunların hepsi, kendimizi güvende hissetmemizi önleyen şeyler.

Tabii bunun yanında “normalliğin” kaybını da yaşıyoruz. Bilindik gündelik hayatlarımızı geride bıraktık. Bizim için çok sıradan ve basit olan şeyleri şu anda yapamıyoruz. Kendimizi ve sevdiklerimizi korumak için onlara mesafeli ya da onlardan izole olmamız gerektiğini kabul etmeye çalışıyoruz. Yani tanıdık ve güvenli olan, yabancı ve tehlikeli hâle geldi.

Hayatımızdaki kontrolün azaldığını hissediyoruz, çünkü davranışlarımızı şekillendiren başka faktörler var: kaygı, almamız gereken önlemler, yasaklar, kısıtlamalar…

Herkes tabii ki farklı şekillerde yaşıyor. Bazılarımız daha iyi baş ediyor, bazılarımız zorlanıyor. Ancak ortak olarak kaygımız ve korkularımız biraz daha artmış durumda. Bu da bu olağanüstü durumda normal bir şey.

“Kaygımızın kaynağında belirsizlik var”

En çok korktuğumuz şey ne? Ölmekten mi, bir yakınımızı kaybetmekten mi, belirsizlikten mi…

Sanıyorum bunu “belirsizlik” diye cevaplamam daha doğru olacak. Çünkü insanlar, belirsizlik durumunda kaygı duyma eğilimindedirler. Belirsizlik durumunda tehdidin ne olduğu, nereden geleceği, sonuçlarının nasıl olacağı ve bununla baş edip edemeyeceğimiz de bilinmiyor. Dolayısıyla koronavirüs durumunda da benzer bir şey yaşıyoruz. Evet, böyle bir virüs var ancak bu bize gelecek mi, sevdiklerimize gelecek mi, bir belirsizlik var.

medium.com

“Koronavirüsle yaşamayı öğrenmeliyiz”

Peki bu süreci daha sağlıklı atlatmak için neler yapmalıyız?

Bunun ilk aşamasının durumu kabullenmekten geçtiğini düşünüyorum, çünkü kabullendikten sonra bu durumla ilgili kontrol duygumuz artar ve önlem almaya başlarız. Koronavirüsle yaşamayı öğrenmeliyiz. Burada sadece durumu kabullenmekten de bahsetmiyorum, duygularımızı da kabullenmeliyiz. Bazen kaygımız artabilir, bu hiç bitmeyecekmiş gibi hissedebiliriz, evde bunalabiliriz. Duygular gelir ve geçer. Özellikle kaygıdan kaçınmaya çalışmak neredeyse her zaman ters teper.

Aşırı kaygı, yaşayabileceğimiz olumsuz durumların olasılığını olduğundan çok daha yüksek algılamamıza neden olur ve hemen bunun baş edilemez olduğu sonucuna atlarız. Bu noktada doğru kaynaklardan bilgi almak ve koronavirüsle ilgili sayılara gerçekçi bakmak önem kazanıyor. İyileşme oranı çok yüksek. Sadece ölüm oranlarına bakmamak gerekiyor. Bunu özellikle yapmalıyız, çünkü olumsuz haberlere ve bilgilere daha duyarlıyız. Çünkü kolayca alternatif bilgiyi gözden kaçırabiliyoruz.

Sosyal destek yine çok önemli. Sevdiklerimizle aramızda mesafe olması buna engel değil. Bu noktada teknolojinin nimetlerinden yararlanmalıyız. Belki de buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Aşırı bilgi almak doğru değil. Evet, bu gündem hayatımızın çok büyük bir kısmını kaplıyor ancak bunu tek gündem hâline getirmemek gerekiyor. Günde birkaç dakikanızı bilgi almak için ayırmanız yeterli. Şu an çoğu kişinin elinde boşa çıkan koca bir zaman dilimi var. Bunu çok katı olmasa da planlamak gerekiyor çünkü bu, devamlılığı ve işlevselliği sürdürmemizi sağlayan bir şey olacaktır.

Olumlu tarafından bakacak olursak aslında güzel bir fırsat. Ertelenen, yapılamayan bir sürü şey yapılabilir.

Aynen öyle. Modern hayatın içinde kendimize dönüp bakacak çok fırsatımız olmuyordu, dikkatimizi kendimizden çekecek bir sürü uyaran vardı. Birçok kişinin bu süreçte hayatına yeni anlamlar ve değerler kattığını düşünüyorum. Önceliklerimizi ve gerçek ihtiyaçlarımızı anlamamız için iyi bir fırsat.

Ertelemeyi bırakmak için de güzel bir fırsat, çünkü eskisi kadar bahanemiz yok. Kısacası, bu süreçten nasıl çıktığımızı şu an yaptıklarımız belirleyecek.

Az önceki soruya yine dönecek olursam, aşırı önlem alma davranışlarına girmemek gerekiyor; yalan yanlış her duyulan şeyi uygulamaya çalışmak, sürekli bu konuyla ilgili bilgi almaya çalışmak, aşırı stok yapmak ya da aşırı temizlik davranışları gibi. Bu, kaygımızı daha çok artırıyor, çünkü sürekli tetikle olma hâline neden oluyor. Ancak bir şekilde yeni bir “normallik” algısı oluşturmalıyız.

Evet, şu an deli gibi temizlik yapanlar var.

Bu dönemde bazı takıntıların artması beklenen bir şey. Temelde insanların kendini güvende hissetmek için yaptığı bir şey bu. Temiz mi değil mi, virüs bulaştı mı bulaşmadı mı, emin olamıyorlar. Aslında orası kirli olduğundan değil. Bu emin olamama hâli, tabii ki kaygıya neden oluyor ve kişiyi tekrardan temizleme davranışına itiyor. Bunu yaptığında o an için kaygısı azalıyor ancak uzun vadede kaygıyı pekiştiren bir şey. Bu noktada “hislerimizle” çok fazla hareket etmemek gerekiyor. Öyle olduğunu hissettiğimiz şeyle gerçeği birbirinden ayırmalıyız ve o davranışı yapmaya -temizlik yapmaya- direnmeliyiz.

Tavsiye edilen önlemleri alıp hayatımıza devam edeceğiz.

“Önlem almanın bazı bedelleri var, herkes bu bedeli ödemeye gönüllü değil.”

Hiç önlem almayan da bir grup insan var, onlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, hâlâ durumun ciddiyetini reddeden bir kitle var. Elbette farklı nedenleri vardır ancak ben temelde bu kitlenin “Bana bir şey olmaz.” mantığıyla hareket ettiğini düşünüyorum. Tabii bu gündemle alakalı çok fazla bilgi kirliliği de yayıldı. Sosyal medyadan, WhatsApp gruplarından bir dolu şehir efsanesine maruz kaldık:  genlerimiz konuşuldu, “Şunu yerseniz korona size bulaşmaz.” dendi, değişik karışımlardan bahsedildi… Bu kadar bilgi kirliliğinden sonra insanlarda güvensizlik de oluştu. Bundan dolayı insanlar bu gündemi ciddiye almadılar, hatta tiye aldılar.

Aynı zamanda kaygılanmaktan kaygılanan insanlar da var. Önlem almak, bu tehdidi kabul etmek ve bununla yaşamak demek. Ancak bunu kabul etmek de kaygı yaratan bir şey. Burada da hiçbir şey yapmamak, kaygıdan kaçınma işlevi görüyor.

Ayrıca önlem almanın da tabii ki bir bedeli var. Önlem olarak öncelikle sokağa çıkmamamız gerekiyor. Bu sosyal izolasyonu sağlamak çok kolay bir şey değil, insanlara zor geliyor. Bundan dolayı da bu durumu yok sayma ya da işe yaramayan önlemler alma gibi durumlar görüyoruz: maskeyi rastgele çıkarıp takma, Sağlık Bakanlığının tavsiyelerindense uzman olmayan kişilerin tavsiyesine uyma, eliyle -ağzını burnunu örtme…

Bir de tam aksine çok fazla kaygılanan bir grup insan var.

Evet, onlar da aslında bu bilgi kirliliğine çok maruz kalan kişiler ve bu bilgiler doğrultusunda hareket etmeye çalışanlar. Ancak tabii ki çok fazla bilgi de işlevsel bir şey değil, aksine kafa karıştırıcı. Az önce de bahsettiğim gibi, aşırı önlem alma davranışları kaygımızı daha çok artıran bir şey olacaktır.

Bu kişiler aynı zamanda belirsizliğe toleransı da düşük kişiler oluyor. Yapmamız gereken şey, ideal düzeyde kaygı duymak. İdeal düzeyde kaygı bizi hayatta tutar.

Getty Images/iStockphoto

“Bilgi kirliliğinden çocuklarımızı da korumamız gerekiyor, onlara doğru bilgi vermeliyiz.”

Peki çocuklara nasıl anlatacağız bunu? Her gün vaka sayıları açıklanıyor, ölümler açıklanıyor. Mesela ölümden bahsetmeli miyiz ya da ölüm kelimesini kullanmalı mıyız?

Hiçbir şey yokmuş gibi davranmak çok yanlış. Nitekim onlar da sorunun çok farkındalar: eskisi gibi sokağa çıkamıyorlar, insanlar maske ve eldiven takıyorlar. Ancak bunun nasıl bir farkındalık olduğu önem taşıyor. Yetişkinlerin de bu konuyla ilgili oldukça yanlış bilgileri varken, çocuklarla doğru bilgileri paylaşmadığımız zaman kafalarındaki boşlukları kendileri doldurmaya çalışıyorlar. O yüzden bunun bir hastalık olduğunu, bulaşıcı bir hastalık olduğunu çocuğun yaşına uygun şekilde anlatmak gerekiyor. Devamında da çocuğa kendini koruyucu davranışları aktarmamız lazım. Bunu yaparken korkutarak öğretme yoluna gitmemek gerekiyor; “Bak ellerini yıkamazsan hastalık kaparsın.” gibi. Bu konuda dilimizi değiştirmemiz gerekiyor. “Kendimizi korumamız için elimizi yıkamamız gerekiyor.” cümlesiyle diğeri, farklı duygular uyandırıyor.

Bunun dışında, “ölüm” kelimesini kullanacağız, çünkü bu kelimeyi kullanmamak çocuk için daha kafa karıştırıcı oluyor. Bunu çocuklara aktarırken nasıl bir duygusal tonda aktardığımız önemli. Korkutucu bir tonda verdiğinizde bundan tabii ki etkilenecektir.

Bu konuda çocuklar için güzel kaynaklar mevcut. Bunlar tavsiye edebileceğim kaynaklar:

– Children’s Psychological Health Center’ın hazırlamış olduğu, Türkçeye de çevrilmiş olan “Benim Pandemi Hikâyem”

– İstanbul Çocuk ve Ergen Psikanalitik Psikoterapi Derneğinin aileler yayımladığı bilgilendirme kılavuzu “Corona Virüs Pandemisinde Çocuklarınız”

– Global Child EMDR Derneğinin yayımladığı kısa hikâye “Poldi Güvende”

Bu aşamada bizim tepkilerimiz de önemli tabii, değil mi?

Evet, tabii ki. Anne baba aşırı korktuğu zaman, bir anlamda rol model oluyor. Çünkü çocuklar bir duruma tepki verirken referans noktası olarak anne babayı alır. Bu yüzden yetişkinler olarak önce kendi kaygımızı yönetebilmemiz gerekiyor. Bu durumun ailede çaresizlik duygusu yaratmaması lazım. Çaresizlik duygusu hem ebeveynin hem çocuğun önlem almasını engeller. Ancak önlem davranışları, bu konudaki kontrol duygumuzu artıran asıl şey olacaktır.

“Eski hesaplaşmalar için doğru zaman olmayabilir.”

Bu aşamada ev içi düzenimiz de çok değişti, bütün aile bireyleri evde. O ev aynı zamanda bir okul, bir iş yeri, bir yaşam alanı, bir sosyalleşme alanı oldu. Bu süreçte ilişkilerimiz nasıl etkilendi? Bu konuda neler yapmalıyız?

Evet, sürekli birlikte olma hâli insanların ev içinde kişisel sınırlarını da biraz ortadan kaldırdı. Ancak bunu bir şekilde sağlamak gerekiyor, o alana da ihtiyacımız var. Bu bağlamda, belki ev içinde bazı mekânların da tekrardan düzenlenmesi gerekebilir.

Bu dönem, çözülmemiş eski konuları açmak ve bunları çözmeye çalışmak için çok doğru bir zaman olmayabilir. Çünkü dediğim gibi, ev içinde kişisel sınırlarımızı koruyamıyor olabiliriz. Dolayısıyla geçmiş hesaplaşmaların yarattığı gerilimden uzaklaşmak zor.

Bu süreç; ilişkiyle ilgili, evle ilgili önemli kararlar almak için de doğru zaman olmayabilir.

Herkesin kaygıyla baş etme biçimi farklıdır. Bundan dolayı herkes evi başka şekilde kullanacaktır, başka şeylere yönelecektir. Kimileri daha çok kendiyle kalmayı isteyecek, kimileri daha çok temas arayacak. Burada aile bireylerinin birbirine anlayışlı olması gerekiyor. Çünkü bu dönemde ev içinde kişiler birbirine de çok müdahale ediyor.

Kısacası bu dönemde ev içinde herkesin sağduyuya ihtiyacı var.

Sevgili Tuğba Muñoz Benitez ile çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Siz de okurken keyif aldıysanız ne mutlu. Sevgiyle kalın.